Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka
Şem’i gör ki yanmadan yandırmadı pervâneyi
Fuzuli

Kelebeğin Ateşle Dansı

Dört tane kelebek (pervane) bir gün bir ateş görmüşler ve ateşin nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler.

1 • Şeriat

Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:

“Bu ateş aydınlatıcı bir şey!” demiş.

2 • Tarikat

İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş. Demiş ki:

“Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey!”

3 • Marifet

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, biraz daha, biraz daha yaklaşmış. Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş. Şöyle demiş:

“Ve bu ateş yakıcı bir şey!”

4 • Hakikat

Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş.

Ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek “poff! ” diye ortadan kayboluvermiş.

Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş. Çünkü o kaybolmuş ateş içinde.

Birşeyi ancak o şeyin içinde kaybolan bilebilirmiş. Sevginin içinde kaybolmanız dileğiyle…

Aşka uçma, kanatların yanar
Sadi Şirazi

Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar?
Mevlana

Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar?
Pîr Yunus

Neden tekrar bir biçime girsin ki
O hali kazandıktan sonra
Görmeyi başaran artık bilginin peşine koşmaz
Görülene erişen ise görmenin derdine düşmez
Hallac-ı Mansûr

 

hm

«Pervane, sabaha dek alevin çevresinde döner; arkadaşlarının yanına gelir ve onlara, görkemli bir anlatımla, bu tanrısal ilişkisinden söz eder.

Sonra tam bir birleşmeyi özleyerek kendini alevin cilvelerine kaptırır.

Alevin ışığı, gerçekliğin bilgisidir; sıcaklığı, ger­çekliğin gerçekliğidir; onunla birleşme (tek oluş) ise, gerçekliğin Doğru’sudur.

Ona alevin ne ışığı yetiyordu, ne de sıcaklığı; kendisini alevin içine fırlatıverdi.

Bu sırada, onun söylentilerle kanmadığını bilen arkadaşları, son içgörüsünü anlatması için gelmesini bekliyorlardı. Ama o anda pervane, yanmış, kül olmuş, dağılmıştı; ne bir biçimi kalmıştı, ne bedeni, ne de ayırdedici bir belirtisi.

Şimdiki duyarlığıyla dönebilir miydi arkadaşlarının yanına?

Şimdiki ruhsal durumuyla dönebilir miydi?

O, içgörü aşamasına varınca, sözlerden uzaklaşmayı başarmıştı.

İçgörüsündeki varlığa ulaşınca da, içgörüyle bir ilişkisi kalmamıştı.»

(Tavasin, Hallac-ı Mansûr, çeviren: Yaşar Günenç)