Aleviliği ve Bektaşiliği iyi anlayabilmek için Alevi Tasavvufunu ve bâtıniliği, edep-erkân dediğimiz “yol” değerlerini ve her şeyden önce “devriye” kuramını anlamak gerekmektedir. Bu değerleri de en iyi ozanlarımız ve önderlerimiz ortaya koymuşlardır.

Tasavvuf

Tasavvuf, varlığı bir bütünlük içinde görmektir. Tasavvufta Vahdet-i Vücud, varlıkların birliğini, yani her şeyin (bütünün, çokluğun) bir olandan, tek’ten geldiğini ve her şeyin o tek’e döneceğini söyler. Vahdet-i Vücud anlayışına; yani varlıkların birliğine göre çokluk bir yanılgıdır, bir görüntüdür. Asıl olan özdür ve öz de bir’dir. Bu bir de Tanrı’dır. Her şey Tanrı’nın açığa çıkmasıyla oluşmuştur. Tanrı’dan başka gerçek yoktur.

Örneğin insan bedeni birçok organın bir araya gelmesiyle oluşmuştur. İnsan bu organların uyumlu olarak çalışmaları sonucunda insan olma özelliğini kazanmıştır. Ama bu organların çokluğu tek bir insanı oluşturur.

O zaman çokluk, biri var ediyor, bir ise çokluktan oluşuyor. Buna göre, görünen ve algılanan her şey Tanrı’nın görüntüsünden başka bir şey değildir. Tanrı birliği, varlık çokluğu yansıtır. Çokluk birin ürünüdür. Bir ise çokluğun bütünselliğidir. Bu görüş de bizi Vahdet-i Mevcut anlayışına götürür.

Vahdet-i Mevcut

Tasavvufta Vahdet-i Mevcut, var olanların toplamının Tanrı olduğunu savunur. Varlığın dışında bir Tanrı olmaz der. Bu anlayış Alevi-Bektaşi tasavvufunun özünü oluşturur.

Aslında her iki anlayış (Vahdet-i Vücut ve Vahdet-i Mevcut) Alevi-Bektaşilik öğretisinde geçerli olmakla birlikte, felsefi olarak Vahdet-i Mevcut anlayışı Alevi-Bektaşi öğretisinin temelidir.

Batınilik

Bâtınilik ise; varlığı görüntüsüyle, biçimiyle değil, özüyle kavramak gerektiğini söyler. Bâtınilik, görüntü ve biçim her zaman yanıltıcıdır, onun için oluş ve olgulardaki nedenselliği, itici ve geliştirici olanı kavramak esas olandır der. Bâtınilik, nesnel olanla, gizil olan arasındaki bağıntıyı kurmayı amaçlar. Nesnel olan, insan bilinci tarafından beş duyu organıyla kavranan tüm maddesel gerçekliktir. Gizil olan ise beş duyu organı tarafından kavranamayan ama potansiyel olarak bulunan maddelerdeki hareket ettirici ve devindirici enerjidir. Görünmeyen ama var edici veya hareket ettirici güç “gizil nesnel”lik veya potansiyelliktir.

Gizil nesnellik, elle tutulamayan, gözle görülemeyen, duyularla kavranılamayan ve ancak varlıklarda oluşan sonuçla ortaya konulan veya düşüncede açığa çıkan, sezgisel ve imgesel bir tasarımla bilince çıkarılan, imgede kurgulanan nesnelliktir.

Devriye

Varlığın Tanrı’dan açığa çıkarak birçok dönüşümlerden ve farklı aşamalardan ve değişikliklerden geçtikten sonra tekrar Tanrı’ya dönmesine “devriye” denir. Devriye, varlığın, varoluşun çevrimi veya döngüsüdür. Buna göre, her şey her şeyden geçerek sonunda geldiği ana kaynağa döner. Varolan şey Tanrı’dan uzaklaştıkça (kavs-i nüzul) Tanrı’ya yabancılaşır yani daha az tanrısal özelliği gösterir. Tanrı’ya yaklaştıkça daha çok tanrısal özellik kazanır. Tanrı’ya en uzak olan maddeler madenlerdir. Tanrı’ya en yakın olanlar ise “Kâmil İnsanlardır”. Başlanğıçta her şey Tanrı’dan “sudur”la açığa çıkmıştır. Açığa çıkan ilk madde maden, “yani “toprak, ateş, su, hava” olmuştur. Zamanla bunların da evrilmesi ve dönüşmesi sonucunda sürekli değişimler oluşmuş; maddeler basitten karmaşaya doğru gelişim göstermiştir.

Söz konusu gelişim en altta bulunan basit maddenin yükselmeye başlaması (Kavs-î Urûc) ve süreç içinde kendi karşıtına dönüşmesi şeklindedir. Bir madde kendisinden daha üst aşamada bulunan maddelere dönüşerek, zincirleme ve art arda gelişme göstermiş ve gelişme belirli aşamalar şeklinde olmuştur. Bu gelişme sonunda sırasıyla bitkiyi, hayvanı, insanı var edecek aşamaya ulaşmıştır. Süreç içinde de “Kâmil İnsan” konumuna gelinmiştir. Bu değişim ve dönüşüm sonsuzca devam etmektedir ve edecektir de. Sonsuz olaylar sonsuz olguları var kılarken; sonsuz olgular sonsuz olayların ortaya çıkmasını sağlar.

Hiçbir şey olduğu gibi değildir. Alevi Tasavvufuna göre varoluş, Tanrı’nın kendisiyle yabancılaşması, kendi karşıtına dönüşmesi ve hareket kazanmasıyla gerçekleşmiştir. Tanrı, önce kendi güzelliğini farketmiş ve bu güzelliği açığa çıkarmak istemiştir. Bunun içinde önce Aklı Evveli (İlk Aklı) var etmiştir. Yani devinime geçmiştir. Demek ki ilk şey harekettir. İkinci olarak “ilk akıldan evrilen Aklı” var etmiştir. Akıl’dan şekiller oluşmuştur. Sonra gökler oluşmuştur. Bunlar dokuz göktür. Her gökle birlikte dokuz akıl oluşmuştur. Bunlardan dört ilke (sıcak-soğuk; kuru-yaş) oluşmuş ve bunlardan da dört eleman (toptak-su-hava ve ateş) var olmuş ve bunlardan da madenler, madenlerden bitkiler, bitkilerden hayvanlar, hayvanlardan insanlar ve insanlardan da “Kâmil İnsan” var olmuştur.

Kâmil İnsan kendi varlığı içinde Tanrı’ya ulaşacak ve kendisini Tanrı’da yok eden edecek bilince ulaşan insandır.

Alevilikteki devriye kuramı, evrenin sonsuzluğunu içeren bir kuramdır. Çünkü bu gidiş ve gelişler sonsuzca sürer. Biri gider biri gelir. Her hiç olan hep olur. Hep olan hiçe yönelir. Hiçliğe ulaşan bir başka hepliğe dönüşürken, hepliğe dönüşen aslında bir başka hiçe dönüşeni var kılar. Ve bu durum sonsuzca devam eder.

Kozmik ve Gnostik Bilgi


Kozmik bilgi
, evrensel bilgiler demektir. Bu bilgiler evren hakkındaki ve evrenin genel işleyişi konusundaki bilgileri içerir.

Gnostik bilgi ise; derin bilgiyi içerir. Buna göre, eğer Tanrı bilinecekse ancak bilgiyle bilinebilir diyen bir felsefi duruşu kapsar. Bu bilgiler daha çok kurgusal tasarımlara, kurama, yani düşünceye, fikre dayanan teorik görüşler veya bilgilerdir. Gnostizim, Tanrı ancak derin düşüncelere dalışlarla, sezgisel yetilerle oluşan Bâtıni bilgilerle kavranabilir diyen bir felsefi akımdır. Gnostizm; potansiyel konumda bulunan, ancak koşullar oluşmadığı için açığa çıkmamış olan gizil nesnelliği sezgi veya bilinçle açığa çıkarma; görülmeyeni düşüncede görme, gizillik taşıyan nesneyi bilince taşıma ve insanın kendisini aşarak tanrısal olana ulaşabilme yöntemidir.

(Alevi Bektaşi Edebiyatı ve Etkili Ozanları, Süleyman Zaman)

Bir gerçeğe bel bağladım erenler
Aldı benliğimi bitirdi beni
Damla
 idim bir ırmağa karıştım
Denizden
 denize götürdü beni

Nice kabdan kaba boşaldım doldum
Karıştım
 denize deniz ben oldum
Damlanın
 içinde evreni buldum
Yine
 benden bana getirdi beni

Buhar oldum yağdım yağmurlar ile
Karıştım
 toprağa çamurlar ile
Piştim
 fırınlarda hamurlar ile
Üstadım
 sofraya yatırdı beni

Çiğnediler dişler ile ezildim
Vücut
 eleğinden geçtim süzüldüm
Çaldı
 kalem bir deftere yazıldım
İrfan
 mektebine götürdü beni

Daimî’yim ermişlerin ereği
Böyle
 idi tabiatın gereği
Ölmez
 bir ananın oldum bebeği
Aldı
 dizlerine oturdu beni