Kalenderîlik tasavvufî doktrin‘ini tarihî akış içinde İslam dünyasının muhtelif yerlerinde ve değişik zamanlarda bir takım mistik unsurlada zenginleştirerek geliştirmiş ve hep muhalif bir çevre olarak süregelmiştir. Onun bu muhalif yapısına katkıda bulunan unsurlar arasında İslam öncesi belli bazı mistik kültürlerin doğrudan etkisi olduğu kadar, islamî dönemdeki muhtelif yeni oluşumların da büyük payı olmuştur. İşte Kalenderîliğin doktrin yapısını incelerken bütün bu aşamaları birer birer dikkate almak gerekecektir.

A) Orta ve Uzak Doğu mistik tesirleri

Kalenderîliğin, esas olarak tepki ve muhalefet ruhuna dayalı bir mistik yapılanma geliştirdiği, bu yapılanmanın, eski Hind-İran mistisizmi ile, bunun islamî dönemde tasavvufla sentezinden doğan Melametîyye akımına dayandığı gerçeğini burada bir kere daha hatırlamak yerinde olacaktır. Esasında tarih boyunca da birbiriyle etkileşim içinde olan bu iki büyük mistik kültür dairesinin içinde yer alan Budik (hint), Zerdüştî ve Maniheist etkilerin, Melametiyye akımının İslam öncesi temel mistik tabanını oluşturduğunu hiç bir zaman gözden uzak tutmamak gerekir. Kalenderî tasavvuf akımı İran ve Orta Asya sahalarında teşekkül ederken gerek doğrudan doğruya, gerekse Melametiyye aracılığıyla bu mistik taban üzerine oturmuştur. Dolayısıyla Kalenderiliğin doktrin yapısının anlaşılması, bu mistik tabanın iyi anlaşılmasıyla çok sıkı bağlantılıdır. Giriş kısmında genişçe söz edildiği için burada sadece işaretle yetindiğimiz bu Orta ve Uzak Doğu mistik kültürlerinin üstüne, islami dönemde iki büyük tesir daha eklendi ki, bunlar sırasıyla şunlardır:

995840_1426588840913260_1466447999_n

B) Hurûfî tesirler

XIV. yüzyılın ikinci yarısında muhtelif dini kaynaşmalar sonucu Azerbaycan‘da doğup yayılmaya başlayan Hurufilik, kurucusu Fazlullah-ı Esterabadî‘nin idamından sonra Timur Devleti tarafından takibata uğrayınca, Hurufiler‘in önemli bir kısmı Anadolu‘ya sığındı. Bunlardan bazılarının da muhtemelen doğuya, Asya içlerine yönelmiş olabilecekleri çok muhtemel olmalıdır.

Hurufilik XV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu üzerinden Rumeli’ye de geçti. Hatta Fatih Sultan Mehmed zamanında saraya bile sızdığı söylenen Hurufiliği, Veziriazam Mahmud Paşa ve Molla Fenârî, birlikte ortadan kaldırmağa çalıştılar. Başlatılan takibatın neticesinde pekçok Hurufi’nin Kalenderiler arasına sızdığı çok iyi bilinmektedir.

Biz Osmanlı sahasında Kalenderilik’teki Hurufi tesirlere muhtemelen ilk olarak Kaygusuz Abdal‘da rastlıyoruz. O Vücudname‘sinde bunun bir işaretini sunmaktadır. Ona göre mesela:

“Âdem’ün başı arşdur ve nokta-i bâ’dur ve iki kaşı biri fâ’dur ve biri kaf’dur
ve iki gözleri biri ayn’dur ve biri ğayn’dur ve iki kulağı biri dâl ve biri zâl’dür…”

Kaygusuz Abdal bu suretle baştan başlayıp ayaklara varıncaya kadar vücudun bütün azalarını birer harfle ifade etmek suretiyle hurûfi telakkilerin ileride Bektaşilik‘te de yoğun bir biçimde görülecek olan bir örneğini verir.

Hele XVI. Yüzyılda Hurufilik Kalenderilik’le o kadar içiçe girmişti ki, mesela Virânî gibi bu devirde yaşamış pek çok Kalenderî şairinde Hurufi tesirler çok kuvvetle belirir. Virânî’nin,

Biz Urum Abdalları’yız sultanımızdır Murtaza
Terk ü tecrid’iz bugün Sübhan’ımızdır Mutaza

Fazl-ı Hakk’ın sırrını Yezdan’ımızda fehmedüb
Fâ vü Dâd’a Fazl-ı Hakk Yezdan’ımızdır Murtaza

mısrılarında bunu görmemek mümkün değildir. Son beyitteki Fazl-ı Hakk’ın Fazlullah-ı Esteribadî olduğu, fa ve dad harflerinin ise onun adına delalet ettiği, her türlü açıklamayı gereksiz bırakacak kadar açıktır. Aynı sembolik ifadeyi Hayretî‘nin

İçdiler Fazl-ı İlahi çeşmesinden Ab-ı Hızr
İtdiler kesb-i hayat-ı Cavidan Abdallar

beytinde de görmekteyiz. Burada da Fazl-ı İlahi yine Fazlullah-ı Esteribadî‘ye Cavidan ise onun ünlü kitabı Cavidanname‘ye telmihte bulunmaktadır. Zaten Hayretî‘nin, divanında, meşhur Hurûfi şairi Nesimî‘nin bir gazelini tahmis ettiğini de biliyoruz.

Hayretîyem kim boyun virdüm bela şemşirine
Canumı itdüm hedef cana melamet tirine
Aşıkun ölmekden artuk pes dahi tedbiri ne
Canın virdi Nesimi çün saçun zencirine
Niçün anın meskenin zencir ü zindan eyledi

Bir ara Anadolu’ya da gelmiş olup uluhiyet iddia ettiği gerekçesiyle 1418 yılında Halep‘te diri diri derisi yüzülerek öldürülen, Fazlullah-ı Hurûfî‘nin en tanınmış ve en ileri gelen halifesi Nesimi‘nin, hemen hemen bütün Kalenderî zümrelerinde takdis edildiğini, divanının el kitabı niteliğini taşıdığını ve hatta içindeki bazı parçaların ilahi tarzında Kalenderî âyinlerinde okunduğunu, XVI. ve XVII. yüzyıllardaki Avrupalı seyyah ve gözlemcilerin eserlerinden anlıyoruz.

Shiite_Calligraphy_symbolising_Ali_as_Tiger_of_God

C) Şiî tesirler

XV. yüzyılın son yıllarıyla XVI. yüzyılın başlarında Safevî propagandası kanalıyla yeni bir unsur daha Kalenderî zümrelerini derinden etkileyerek Kalenderiliğin doktrin yapısındaki çok mühim bir gelişmeyi daha gerçekleştirdi ki bu Oniki İmam Şiîliği‘nden başkası değildir.

Anadolu’da ve Rumeli’de Kalenderî zümreler arasında Hurufilik’ten aşağı yukarı yirmibeş otuz yıl sonra kendini göstermeye başlayan Şiî tesirlerin, İran ve Hindistan Kalenderileri arasında çok daha önceden mevcut olduğu bilinmektedir. Bununla beraber, Şii çevrelerin onları gerçek Şii saymadıkları müşahede edilmektedir. İranlı Şiî müellifler, Kalenderiler’in Şiî geçinmelerine, Oniki İmam’ı takdis etmelerine, hatta şeyhlerini Müştak-ı Ali, Maksud Ali ve Masum Ali gibi isimlerle çağırmalarına rağmen, onların aslında Şiîlik’le ilgilerinin bulunmadığını yazarlar. Zira onlara göre, Kalenderî zümrelerde tenasüh, hulûl ve ulûhiyet iddiası gibi Şiiliğe aykırı inançlar bulunmaktadır. Dolayısıyla, kimi uluhiyet, kimi nübüvvet iddia eden bu kimseleri gerçek Şiî saymak mümkün değildir.

XV. yüzyılda Osmanlı topraklarında Kalenderî zümreler arasında belirgin Şiî tesirler olarak nitelendirebileceğimiz yaygın bir (Hz.) Ali kültüne, (Hz.) Hüseyin ve Kerbela ile ilgili matem geleneklerine ve buna bağlı olarak (Hz.) Hüseyin kültüne rastlanabilmektedir. Ancak burada gözden kaçınlmaması gereken, lakin çoğu zaman dikkate alınmayan önemli bir noktaya işaret etmek lazımdır: Kalenderiliğin doktrinine eklenen bu Şiî tesirler Şiîlik’teki mahiyetleriyle değil, Kalenderiliğin mistik yapısına uyarlanmış şekliyle ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla tıpkı İran ve Hindistan’daki Kalenderî zümreleri gibi, Osmanlı sahasındaki Kalenderîleri de gerçek anlamda Şiî saymak yanlış olur.

Şimdilik bilebildiğimiz kadarıyla XV. yüzyılın ilk yarısı içinde Kaygusuz Abdal‘ın bazı eserlerinde oldukça hakim bir (Hz.) Ali kültü ile karşılaşıyoruz. Bilhassa Kitab-ı Miğlâta ve Risale-i Kaygusuz Abdal‘da bu kült belirgin olarak görülüyor. İlkinde belirtildiğine göre, bu cihan mevcut değilken Allah önce (Hz.) Muhammed’in nurunu yaratmış, ondan da (Hz.) Ali’nin nurunu ve ruhunu halketmiştir. Sonra bu iki nuru bir kandile koymuş, bunlar Arş-ı A’la’da bir zaman asılı durmuşlardır. Daha sonra bu nurların yanmasıyla bütün alemler vücuda gelmiştir. Aynı inanç ikinci eserde de benzer bir şekilde ifadelendirilmiştir. Mesela burada yazıldığına göre, (Hz.) Muhammed ile (Hz.) Ali, Adem’den on dört bin yıl önce yaratılmışlardır:

“Zira ki Hazret-i Ali radıyallahü anh Hazret-i Resul’ün sahib-i sırrı idi ve sırr-ı ilahiye mahrem idi”

denilerek bu nurun iki parçaya bölündüğü, birinden (Hz.) Muhammed’in, diğerinden (Hz.) Ali’nin yaratıldığı dile getirilmektedir. Kaygusuz Abdal’a göre (Hz.) Muhammed “akıl bazarının sultanı”, (Hz.) Ali ise “ışk bazarının sultanı”dır. O, Şah-ı Evliya‘dır; bütün peygamberlerin suretlerinde bu dünyaya gelen odur. Yüz yirmi dörtbin peygamber, cemîi enbiya ve evliya (Hz.) Ali’ye tahsîn ederler.

Görüldüğü gibi, eserlerinde (Hz.) Ali’ye çok özel ve üstün bir mevki tanıyan Kaygusuz Abdal’da mehdi inancı da dile getiriliyor. Sünni İslam’dan çok Şiîliğe mahsus olan bu inanç, Risale-i Kaygusuz Abdal‘da (Hz.) Muhammed’in ağzından kuvvetli bir tarzda ifade ediliyor. Buna göre Mehdi, ahir zamanda “Horasan cânibinden” zuhur edecek ve İsa sıfatlı olacaktır. Ona tabi olanlar kurtuluşa ereceklerdir.

Kaygusuz Abdal’da nisbeten mutedile yakın bir şekilde kendini gösteren Şiî tesirler, Otman Baba‘da hulûl ve tenasüh inançlarıyla birleşmiş olarak açığa çıkmaktadır. Velayetnâme-i Otman Baba‘dan, Otman Baba’nın zaman zaman kendisinin Muhammed-Ali olduğunu söyleyerek dolaştığını okuyoruz. O bir gün de Tırnova şehrinde abdallarıyla dolaşırken, oradaki halka,

“Tiz bu şehrin harabına evler yapun ve hisarın berkidin kim bu şehr Hasan
ve Hüseyin şehridir ve ol Hüseyin didikleri benem ki kanum da’va itmeğe geldüm”

der. O bu suretle tenasüh inancının Şiî motifle birleşmiş bir örneğini de sergilemiş olmaktadır.

XVI. yüzyıl ise, Safeviler’in sistemli ve yoğun propagandaları sayesinde, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Kızılbaşlar ve Bektaşîler gibi bütün heterodoks çevrelerde Şiî propagandanın en faal olduğu bir dönemi temsil eder. Kalenderî zümrelerinin Osmanlı merkezi yönetimi ile ilişkilerinden bahsederken de görüldüğü üzere, Kalenderîler bu propagandanın en iyi müşterilerinden olmuşlardı. Şah İsmail-i Hatâyi‘nin divanında yer almış bulunan

İki âlemde sultandır Kalender
Kadimî küfr ü imandır Kalender

Kalender Mustafa vü Murtaza’dır
Zihi cism ile cândır Kalender
Cihan içinde ser tâ pâ bürehne
Şeh’in aşkına kurbandır Kalender

Velayet ka’besin açdı Hatâyî
Gulâm-ı Şah-ı Merdan’dır Kalender

beyitleri, bu propagandanın ana hedeflerinden birinin de Kalenderî zümreleri olduğunu göstermesi itibariyle iyi bir belge niteliğini arzederler. Bu beyitlerde Kalenderin hem bu dünyada, hem öbür dünyada yüce bir mertebesi olduğu, ancak (Hz.) Muhammed ve (Hz.) Ali ile kıyaslanabileceği anlatılmak isteniyor.

XVI. yüzyılın ilk üç çeyreği boyunca Safevi propagandası daha da yaygın ve belirgin bir şekilde (Hz.) Ali ve Oniki İmam kütünü, Muharrem matemini, tevella ve teberra prensibini ve bilhassa Hak-Muhammed-Ali şeklinde, zahirde üçlü bir görünüm arzeden, ama gerçekte yalnız (Hz.) Ali‘yi kasteden ulûhiyet telakkisini eski hulûl inançları içine çok rahat bir biçimde yerleştirmek suretiyle Kalenderilerin doktrinine ekledi. Artık Kalenderi zümreleri, “Erenler serveri Ali namını başlarına taç eylemişlerdi”. Avrupalı seyyahlar ve gözlemciler, Kalenderiler’in gezip dolaştıkları her yerde “Şah-ı Merdan aşkına!” diyerek yiyecek dilendiklerini yazarlar.

XVI. yüzyılda yaşamış şâir Kalenderiler’in şiirlerine bakıldığında, yukarıda sayılan bütün Şiî unsurların, kuvvetli bir tenasüh ve hulûl zeminine oturtularak terennüm edildiklerini görmemek kabil değildir. Bunların en başında, ulûhiyet telakkisi ile içiçe kuvvetli bir (Hz.) Ali kültü gelir. Kalender Abdal‘ın,

Bir kimesnede olmasa ol aşk-ı Ali’den
Pes nice ana kâfır-i Haydar dimesinler
Her can ki Şeh’i bilmese bu kişver içinde
Şah kulı değil, çâker-i Kanber demesinler

tarzında sürüp giden şiiri, bunun iyi bir örneğidir. Bu aşırı telakkiye karşılık,

Ey Hayalî çün geda oldum Ali’nin aşkına
Gafil olma, gördüğün merdaneler meydanıdır

Tarîkından ererse menzil-i maksûde her aşık
Hakikat râhını gözler bizüm bir Şâh’ımız vardır

diyen Hayalî, daha mütedil bir üslupla (Hz.) Ali muhabbetini terennüm ediyor. Ayın ılımlı üslûp içinde Hayretî de şunları söyler:

Ey vakıf-ı hakikat-i Esrir-ı kâyinat
Vey arif-i meâni-i Kur’an ya Ali

Hiç alem-i velayet içinde nazirüni
Görmedi dahi dide-i devran ya Ali

Hallal-i müşkilat-ı cihansın aceb midür
Olsa yanında müşkilim asan ya Ali

Her geda bir padişaha bende olmuşdur veli
Biz de Rum Abdalıyuz bizim Ali’dür Şah’ımız

Oniki İmam kültü de, (Hz.) Ali’ninki kadar olmasa bile, yine de önemli bir yer tutar. Mesela Hayretî divanında “Der beyan-ı seyr ü sülûk-i Abdal-ı Huda” başlığı altında Rum Abdalları‘nı tasvir ederken, birer birer imamları da anar. Ayrıca divanın bir bölümünüde, “Der beyan-ı ahval-i hod ve menakıb-ı Eimme-i İsnâ Aşer” başlığıyla Oniki İmam’ın medhine ayırmıştır.

Ey padişah-ı zümre-i merdan ya Hüseyin
Vey server-i gürûh-i şehidan ya Hüseyin
Hak’dan sana vü ceddine çok selam
Olsun Yezid’e la’net-i Yezdan ya Hüseyin

şeklinde devam eden bir manzumesinde (Hz.) Hüseyin’i medheder. Muharrem matemi de ayrı bir ayinle Kalenderi zâviyelerinde icrâ olunduğu gibi, Kalenderî şairleri de bunu sık sık terennüm etmişlerdir. Muharrem matemi hakkında Hayali Beğ hislerini:

Gam-ı dünya bizi bilmez, veli Muharrem’de
Şehid-i Kerbelâ içün bir âh u vahımız vardır

beytiyle dile getirir. Hayretî ise,

Mâhı-ı Muharrem irdi yakub dağ-ı ğam gönül
Kan akıdur bu dide-i giryan ya Hüseyin

Kerbela’dan can revan idenler içün teşne-leb
İtdiler göz yaşların ab-ı revan Abdallar

Hem tutub her dem Hüseyn ibni Ali’nün matemin
Ağlaşub gözden dökerler bunda kan Abdallar

beyitleriyle, Kalenderiler’in her yıl muntazaman Kerbela matemini yad ettiklerini belgelemektedir.

Burada Şiî tesirierin tezahürlerinden olan tevalla ve teberra prensibinin terennümüne örnek olarak Hayalî Beğ‘in,

Atlas-ı gerdûni etmez rahşına şal
Ta ki olmuşdur Hayali bende-i Âl-i Aba

beyti ile, Hayretî‘nin

Mustafa’nun ümmetiyiz Murtaza’nın bendesi
Çaker-i Al-i Aba’yuz Hayreti zindeyüz

Düşmanlarından Ehl-i Beyt-i Ahmedün olub beri
Oldılar candan muhibb-i Hanedan Abdallar

mısralarını zikredebiliriz.

marjib(Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII Yüzyıllar), Ahmet Yaşar OCAK, ss.135-143)