III
TARİHSEL ARKA PLAN: ORTAÇAĞ İSLAM DÜNYASINDA
ZINDIKLAR VE MÜLHİDLER (8.-11. YÜZYILLAR)
Ahmet Yaşar Ocak

Zendeka ve İlhad Hareketleri Karşısında Siyasal Otorite

Emeviler’in son dönemiyle Abbasiler’in özellikle ilk iki yüzyılında çok dikkat çekici bir biçimde ortaya çıkan, değişik çevrelerde değişik çehrelerle, değişik niteliklerle görünen zendeka ve ilhad hareketlerine topluca bakıldığında, ortak bir nokta göze çarpar: Bilhassa Abbasi döneminde hangi çevrede, hangi kategoriden olursa olsun bütün bu hareketlere devlet tarafından en küçük bir müsamaha gösterilmeyip derhal müdahale olunmuş, bazı insanlar yargı önüne çıkarılıp ölüme mahkûm edilmişlerdir. Bunun anlamı herhalde şu olmalıdır:

Zendeka, en azından Abbasiler devrinde, üstelik daha ilk yüzyıldan itibaren, devlet tarafından yalnızca bu isnada muhatap olanları ilgilendiren, onların şahsıyla sınırlı kalan sade bir inanç ve düşünce farklılığı olarak algılanmamakta, eninde sonunda devletin otoritesine ve bütünlüğüne bir saldırı olarak değerlendirilmektedir. Bu itibarla Abbasiler’in ilk zamanı, hilafet merkezinin zendeka hareketlerine karşı sistemli mücadele yürüttüğü bir dönemi temsil ediyor.

Yukarıda anlatılanlara bakılırsa, bu mücadelenin, Halife el-Mansur zamanında başlayıp özellikle el-Mehdi zamanında (775-785) kuvvetlendiği, el-Hâdi (785-786) ve Harun er-Reşid (786-809) ile devam ettiği anlaşılıyor. Fakat kaynaklarda görebildiğimiz kadarıyla, 755’lerden itibaren ortaya çıkan toplumsal ihtilalci hareketler hariç tutulursa, entelektüel zendeka hareketlerine karşı devletin en şiddetli mücadele döneminin 770-790 yılları arasına tesadüf ettiğini söyleyebiliriz. Bunun bir rastlantı olmadığı, Abbasiler’in iktidarının ilk çeyrek yüzyılı gibi, eski dönemin kalıntılarını ve arızalarını silme konusunda gösterilen katı politikaların yarattığı toplumsal sarsıntıların ve siyasi bunalımların yoğun olduğu bir zaman dilimiyle çakıştığı, biraz dikkat edilirse görülebilir.

Hatırlanacağı üzere, Emeviler’in son dönemlerinde görülen Zâd Hürmüz hareketi, merkezi yönetimin dikkatini zendeka üzerine çekmiş, ilk defa o zaman, devlet zendeka hareketlerinin kendisi için ne kadar tehlikeli olduğunu fark etmişti. Çok geçmeden, zendeka devlete karşı işlenen en büyük suç olarak değerlendirildi. Verilen cezaların ağırlığı kanaatimizce buradan kaynaklanıyor. Burada gözden kaçırılmaması gereken asıl nokta şudur:

Yaygın inanç sistemi (Sünni İslam) dışında, birtakım eski inançlara referans veren İslami yorumlar olarak görünen zendeka, giderek çok tabii bir şekilde, mevcut düzenin inanç ve toplumsal bütünlüğünü bozabilecek, bu yolla da merkezi iktidarın gücünü ve otoritesini sarsabilecek siyasal bir tavra, bir siyasal muhalefet biçimine dönüşmekteydi. Bunun böyle algılandığını gösteren çok tipik bir belge, Emeviler devrinde yaşamış Kûfe’li bir muhaddisin ağzından İbn Batta vasıtasıyla kaydedilmiştir. İbn Batta’nın nakline göre Mansur b. el-Mu’temir (ö. 750) adındaki bu muhaddis şöyle diyordu:

Allah Âdem’i şeriatla gönderdi. Zendeka çıkıncaya kadar insanlar onun şeriatına uydular. O zaman Adem’in şeriatı kayboldu. Sonra Allah Nuh’un şeriatını yolladı. İnsanlar yeni bir zendeka onu ortadan kaldırıncaya kadar onunla amel ettiler. Sonra Allah İbrahim’in şeriatını yolladı [Böylece Hz. İsa’ya kadar sayılır]. Sonra yeni bir zendeka çıktı. Bunun üzerine Allah nihayet yeni bir şeriatla Muhammed’i yolladı. Bunun da zendeka ile kaybolmasından korkuyoruz. (Bkz. İbn Botta’dan naklen Laoust, s. 72)

L. Massignon zendekanın siyasal iktidara yönelik bir tehlike olarak algılanışını, Kutsal Ruh’un hululü ile açıklıyor. Ona göre Kutsal Ruh, her hareketin liderine hulul etmekte, bu ise siyasal iktidarın başına, yani halifeye karşı bir çeşit peygamber hüviyetinde, gizli bir rakip anlamına gelmekteydi. (Bkz. La Passion, I, 429-430)

Karte_Map_Chorasan-Transoxanien-Choresmien
(Mâverâünnehir: Amu Derya (Oxus) Nehrin ötesi/ardı ,Transoxiana) (Chorasan: Horasan)

Ancak burada L.Massignon’un, muhtemelen el-Hallâc örneğinin tahlilinden yola çıkarak geliştirdiği bu hipotezin, büyük çapta kitlesel zendeka hareketleri ve yöneticileri için geçerli olduğunu unutmamalıdır; nitekim Ebû Müslim’in katlinden sonra Mâverâünnehir  ve Horasan‘da çıkarılan ihtilaller ve bunların yöneticilerinin durumları L. Massignon’u teyit ediyor. Yukarıda da görüldüğü üzere, bu yöneticilerin hemen hepsi bu tür ilahi nitelikli karizmatik şahsiyetlerdi.

İster bireysel, ister kitlesel olsun, siyasal iktidarın zendekayı kendi varlığına kasteden bir tehlike olarak algılaması, onda bir korkunun doğmasına yol açmaktaydı. Bu, gerçekten çok büyük bir korkuydu. Yukarıda zendeka ve ilhad teriminin tarihçesinden bahsedilen kısımda isimlerini andığımız, zendeka akımlarına karşı yazılan seri halindeki reddiyeler, bir bakıma İslam inancının bozulmadan korunmasına yönelikse, bir bakıma da bu korkunun, dolayısıyla İslam devletinin yıkılması endişesinin birer ürünü sayılabilir. Çünkü bu yıkımın engellenmesi inancın bütünlüğünü sağlamaktan geçiyordu.

Burada çarpıcı olan, bu bütünlük mücadelesinin öteki iki kitaplı dine, Musevilik ve Hıristiyanlığa karşı değil, düalist İran dinlerine dayalı İslam yorumlarına karşı verilmiş olmasıdır. İşte Emevi ve Abbasi döneminde devletin zendeka ile mücadelesini ve bu mücadelenin şiddet derecesini bu çerçevede anlamak ve değerlendirmek gerekir.

El-Mansur’un hilafeti sırasında İbnü’l-Mukaffa’ın idamıyla başlayan mücadele döneminde el-Mehdi zamanının ayrı bir yeri vardır. Klasik vekayinamelere bakıldığında, el-Mehdi’nin bu mücadeleyi hem polisiye, hem de fikri alanda paralel bir şekilde yürüttüğü anlaşılıyor. Süyûti, ilk defa el-Mehdi’nin emriyle, zendeka ve ilhad hareketlerine karşı yoğun bir telif faaliyetinin başladığını kaydeder. (Bkz. Târîhu’l-Hulefa, s. 271)

El-Mehdi döneminin asıl dikkate değer yönü, zendeka hareketlerine karşı amansız bir polisiye mücadelenin yürütülmüş olması ve bunun kurumlaştırılmasıdır. Klasik Arap kaynaklarında, el-Mehdi’nin bizzat yürüttüğü bu mücadelenin tafsilatına dair çok ilginç kayıtlar vardır. Mesela et-Taberi, el-İsfahâni ve İbn Kesir’in verdiği bilgilerden, el-Mehdi’nin bazı şehirlerde sırf bu zendeka suçlularını takip etmek ve cezalandırmakla yükümlü birer daire kurdurduğu, bunların başına sahibü’z-zenâdıka denilen birer görevli tayin ettirip her türlü yetki ile donattığı görülüyor. (Msl. bkz. el-Kâmil, VI, 30)

Et-Taberi’ye göre el-Mehdi, 163 (785-786) yılında muhtesib (yahut sahibü’z-ze-nâdıka) Abdü’l-Cebbar’ı Halep yöresindeki zındıklara (zenâdıka) karşı geniş bir harekât yürütmekle görevlendirmiş, yakalanan epeyce kalabalık bir grubu toptan öldürterek ele geçen kitaplarını bıçaklarla parçalatmak suretiyle imha ettirmiştir. (Bkz. Târîhü’r-Rusül ve’l-Mülûk, III, 499; krş. Vajda, s.183)

H. 167’de (783-784) yine geniş çaplı bir harekâtla, bu defa sahibü’z-zenâdıka Ömer el-Kelevâzi, pek çok zındık yakalayıp öldürtmüştür. Mesela bu arada eski Halife el-Mansur’un daha önce bahsi geçen kâtiplerinden Yezid b. el-Feyz’i de yakalayıp hapse atmışlarsa da o kaçıp kurtulmayı becermiştir. (Bkz. Târîhü’r-Rusül ve’l-Mülûk, III, 519-520; krş. Sadighi, s. 91; Vajda, aynı yerde.)

Basra’daki sahibü’z-zenâdıka Ham-deveyh’in ise çok geniş bir harekâtı gerçekleştirdiği anlaşılıyor. Hatırlanacağı üzere, ünlü şair Beşşar b. Burd’u kamçılatarak öldürten de odur. (Bkz. Ebu’l-Ferec, el-Ağânî, III, 70.)

El-Mehdi’nin zındıklara karşı bu amansız tavrı o kadar vazgeçilmez bir tutkuydu ki, kaynakların ifadesine göre, oğlu Musa’ya (el-Hâdi) da onlarla mücadeleden vazgeçmemesini hararetle vasiyet etmişti. Gerçekten de el-Hâdi sözüne sadık kalmış ve babasının politikasını aynı şiddette sürdürmüştür. (Bkz. Ebu’l-Ferec, el-Ağânî, III, 588; Sadighi, s. 92-93; Vajda, aynı yerde.)

El-Hâdi mesela H. 169’da (785-786) da geniş çaplı bir zendeka harekâtını yürütmüş, pek çok zındıkı tutuklayıp idam ettirmiştir. (el-Ağânî, III, 548-549; es-Süyûtî, Târîhü’l-Hulefa, s. 279; Vajda, aynı yerde)

Zenâdıkaya karşı mücadele, el-Mehdi dönemindeki kadar şiddetli olmasa da, Harun er-Reşid zamanında da sürdü. Hatta yeni halife daha tahta çıktığı ilk gün bu mücadeleyi başlattı. Tahta çıkışı dolayısıyla ilan ettiği genel aftan özellikle hapisteki zındıkları yararlandırmadı. (el-Ağânî, III, 604; Vajda, aynı yerde) Kendisine uzun yıllar hizmet eden Bermekîler’i ise zendeka isnadıyla nasıl ortadan kaldırdığına daha önce temas olunmuştu. (olayın tafsilatı için bkz. el-Mes’ûdî, III, 377-394.)

El-Me’mun (813-833) zendeka ile mücadelede kurumlaşmayı daha ileri götürdü. Onun, felsefi eğilimleri sebebiyle Mutezile mezhebini devlet mezhebi olarak ilan ettikten sonra, buna muhalefet edenleri sindirmek ve cezalandırmak için (Batılı tarihçilerin bir çeşit engizisyon olarak değerlendirdikleri) meşhur Mihne’yi kurduğu çok iyi bilinir. Hatta Ahmed b. Hanbel’in de burada, sırf Mûtezîle’ye karşı Sünniliği savunduğu için maruz bırakıldığı işkenceler de malumdur. İşte el-Me’mun bu Mihne kurumunu aynı zamanda zendeka hareketlerine karşı da çalıştırmıştı. Nitekim P. K. Hitti bunu zendekaya karşı ilk teşkilatlı, sistematik tahkikat ve ceza kurumu olarak değerlendirir. (Msl. bkz. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, II, 660-661)

Yakalanan zındıklar kalabalık gruplar halinde Mihne’ye sevk ediliyor, burada sorgulanıp yargılandıktan sonra itham vaki görülmezse salıveriliyor, aksi halde derecesine göre hapis veya idam cezasına çarptırılıyorlardı. (Bkz. el-Mes’ûdî, IV, 9-10, Abbasiler döneminde zendeka hareketleriyle mücadele hakkında bilgi için bkz. Atvân, s.25)

El-Me’mun’dan sonra el-Mu’tasım (833-842), el-Mu’tazıd (892-902) ve el-Mustazhır (1094-1118) devirlerinde de, eskisi kadar şiddetli olmamakla beraber, zendeka ve ilhad hareketlerine karşı hilafet merkezinin hassasiyetinin zaman zaman devam ettiğini kaynaklardan takip etmek mümkündür. Ama problemin tarihinde gerek ilgili simalar, gerekse devletin takındığı tavır itibariyle en ilginç ve dikkate değer devre, buraya kadar ele alınmaya çalışılan dönem olmuştur.